4 Ağustos 2012 Cumartesi

İlmin Nazarî Gayesi

Hasan Âli, 1935, Surî ve Tatbikî Mantık, Ders Kitapları: III. Sınıf, s. 51-52

İlmin gayesi yalnız amelî değildir. O, beşerin tecessüslerini âmiyane bilgilerden daha emin bir surette tatmin eder; şeniyetleri olduğu gibi tanıtır, hâdiselerin ne tarzda meydana geldiğini anlatır. Tesadüfleri kaldırır; hâdiseleri, illet ve netice silsilelerinin lâalettayin karşılaşması şeklinde görmiye mâni olur. İlmin, zihnimizin evsafından olan tertip ve nizam ihtiyacını da tatmin eder. Henrie Poincare'nin dediği gibi: "Âlim, kâinatı bir ahenk ve bir tertip dahilinde görebilendir."

Au. Comte, söylediğimiz efsavı haiz olan "müspet ilmin hangi devreleri geçerek husule geldiğini ve bu hususta zihnimizin nasıl bir tekâmül takip ettiğini "Müspet Felsefe Dersleri"nin başlangıcında hulâsa etmiştir. Ona nazaran beşerin zekâsi tabiatteki hâdiseleri izah edebilmek gayesile biribirini takip etmek üzre şu üç hali geçirmiştir:
1. Teolojik devir; 2. Metafizik devir, 3. İlmî ve ya Müspet devir.

Birinci devrede insan, kendine benziyen kudretlerle hâdiseleri izah etmiştir. (Fetişizm) de hayır ve şer halkeden ruhlar tasavvur olunur; bütün tabiî vakıalar ve insan hayatına müteallik bütün hâdiseler hep o ruhların müdahelesile izah edilir. Eski Mısır, Yunan ve Romada münteşir (Politeism) de ise her yerde birçok ilâhların vücudu tahayyül olunur; Monoteism - ki Müslümanlık ve Hıristiyanlık buna dahildir -  birçok ilâhların yerine bir Allah kabul etmiştir; onun kudret ve iradesile kâinatta olup biten her şey izah edilir. Bu devre içinde fetişismden politeisme, politeismden monoteisme intikalde manevî bir terakki olduğu şüphesizdir.

İkinci devrede insan; hâdiseleri, onları tevlide muktedir tasavvur ettiği "mücerret kuvvetler" yardımile izah eder. (Allah) yerine (Tabiat)ı kor; ilahî kuvvetler yerine, tabiî kuvvetleri ikame eder. Meselâ suyun yükselmesi hâdisesini izah edemiyince ona "Tabiat halâdan nefret eder." şeklinde taviat haricinde bir sebep bulur. Hayatî hâdiseler, "hayatî bir başlangıç" ile izah edilir. Bu hal ancak teolojik devirden ilmî devreye bir intikal vazifesini görmüştür; yoksa hakikatte tam bir şuriş ve buhran devresidir. Bu devrede insan zekâsı, hâdiseleri Allah ile izahın mümkün olamıyacağını anlamakla beraber onun hakikî bir şekilde nasıl izah deileceğini bulmıya muvaffak olamamıştır.

Ancak üçüncü devrededir ki beşer, hâdiseleri gene hâdiselerle izah lüzmunu idrak ve "mutlak"a erişilemiyeceğini anladı; kâinatın menşe ve gayesini aramaktan vazgeçti. Hâdiseleri müşahede, onlar üzerinde muhakeme ve aralarında değişmiyen münasebetleri aramakla iktifa etti.

Comte der ki "Her birimiz, kendi şahsî tarihimizi teemmül ettiğimiz zaman en mühim fikirlerimizde çocukken ilâhiyatçı, gençken metafizikçi ve kemal çağında fizikçi olduğumuzu hatırlamaz mıyız? Ayni hakikati, bugün herkes, kendi asrının seviyesine bakarak kolayca meydana koyabilir."

Bazı toplumların çocukluk döneminden bir türlü çıkamamalarının nedenleri üzerinde düşünmeliyiz.