31 Mayıs 2013 Cuma

BİZİ KİM TEDAVİ EDECEK?

                            Aralık 1995
             
** Pencereden sokağa çöp atıp belediyeden şikayetçi olan biziz.
** Çöp kamyonu geçtikten sonra sokağa çöp çıkarıp pislikten şikayet eden biziz.
** 3 şeritli yolu 5 şeritli yol haline getirip trafik sıkışıklığından şikayet eden biziz.
** Bağkur primlerini yatırmayıp tüm tanıdıklarımız için ilaç yazdıran biziz.
** Vergi vermeyip ücretsiz eğitim ve sağlık hizmetlerinin yaygınlaşmasını isteyen biziz.
** Devlet okullarına 30 milyon vermekten kaçınıp özel okulların fiyatlarına kontrol getirilmesini isteyen biziz.
** Özel okullara ve dershanelere yüzmilyonları ödeyip yüksek öğretimin bedava olmasını isteyen biziz.
** Kamuda torpil ve rüşvetten şikayet edip bir yakınımızın işe alınması için telefonlar eden biziz.
** Enflasyondan şikayet edip sattığımız mal ve servislerin fiyatını her ay en az %3 arttıran biziz.
** Ekonominin tüm dallarıında kârı cebimize atıp zararı devlete yüklemeye çalışan biziz.

30 Mayıs 2013 Perşembe

AİDAT TOPLAYAN DERNEK, VERGİ TOPLAYAN DEVLET

Ocak 1995

 
 
Ülkemizin içinde bulunduğu duruma değişik bir açıdan bakmayı öneriyorum. Felaket senaryoları kurarak reaksiyon göstermek yerine devletin ve yürütme organı hükümetin varoluş nedenlerini irdelemek gerekiyor.
 
Dernekler, kişilerin bir misyon çevresinde birleşip amaçlarına ulaşmak için kaynak yarattıkları (giriş aidatı ve yıllık aidatlar) ve bu kaynakları profesyonel kadro desteğinde (bürokrasi) yönetim kurulu aracılığıyla (hükümet) kullandıkları organizasyonlardır. Üyelerin misyona ve dernek amaçlarına bağlılıklarını sürekli kılmak aidatların düzenli toplanabilmesi için gereklidir.
             
Devlet, bilerek göç etmediğiniz takdirde, kendi kontrolünüz dışında gerçekleşen doğum olayıyla kendinizi bir üyesi olarak bulduğunuz toplumun toplu yaşamı olanaklı kılan organizasyonları yapmakla görevlendirdiği kurumlar topluluğudur. Harcamalar için gereken gelir, toplumun temsilcilerinin (meclis) değerlendirmesi sonucu belirlenen vergiler aracılığıyla sağlanır.  Türkiye'deki mevcut yapısıyla temsili demokrasinin en büyük tehlikesi, harcamaları yapacak hükümetin, ne için ne kadar harcama yapılacağını kararlaştıran meclisin parçası olmasıdır.  Harcamaların etkinliğini ve verimliliğini ölçen bir sistem de mevcut değildir.
 
Yönetim kurulunun toplanan aidat gelirlerini dernek amaçlarına uygun  harcamadığı kararını veren bir dernek üyesi, tavrını aidatını ödemeyerek gösterir. Hükümetin toplanan vergi gelirlerini, toplumun ortak ihtiyaçlarını gidermek için başarısız bir şekilde kullandığına karar veren vatandaş vergi ödememe yolunu seçmektedir.  Ödemediği vergi parasıyla hazine bonosu alarak  hükümeti ve bürokrasisini  (gecikmeli olarak kendisini !) faiz gideriyle de cezalandırmaktadır.
 
O halde, ülkede yaşanan sıkıntılar, hükümet ve ona destek veren bürokratların işine son verilerek  giderilebilir.

BİLİM DİLİ TÜRKÇE

 Nisan 1986

 
 
ABD’nin Uzay Savunma Sistemi projesine katılma kararının alındığı, Avrupa’da EUREKA araştırma birliği çalışmalarının planlama toplantılarına TC Hükümeti bakanlarının katıldığı bir dönemde Türkçe’nin bilim dili olma şansı veya koşulları üzerine bir tartışmanın başlatılmasında yarar var.
 BİR DİLİN GELİŞMESİ
Önce bir dilin nasıl oluşup geliştiğine bakalım. Organik hayat üzerine yapılan bilimsel araştırmalar, zihnin, yaşamın evrimsel gelişmesinin bir ürünü olduğu sonucu ortaya çıkarıyor. Sinir sisteminin belirli gelişme düzeyine eriştiği canlılarda bilincin çeşitli şekillerini görüyoruz. Evrim sonucu bu bilinç, sinir sisteminin bir parçası olan beynin gelişmesiyle insanlarda düşünce düzeyine varıyor. (1)
İnsanın evriminde belirleyici adımın, insanoğlunun atası olduğu kabul edilen maymun türünün iki ayak üzerinde dik duruşa geçmesiyle atıldığı ileri sürülür. Bu sayede, insanın daha sonraki dönemlerde tüm üretken çalışmalarını gerçekleştirdiği el serbest kalmış oluyordu. Elin kullanılmasıyla “insan eli”, ve eli kontrol eden beyin “insan beyni” olarak gelişti. Biyolojik evrimin “insan elini” ve “insan beynini” üretmesinden sonra insanoğlu kendisinin farklı bir evrimini başlattı: çevresi ve kendisi üzerindeki bilinçli kontrolünü, sosyal organizasyonunu, tekniklerini, bilgilerini ve kültürünü içeren bir evrim.
İnsanoğlu, çalışmalarını ve dış dünyadan kaynaklanan algılamalarını geliştirmekle düşünme ve fikir üretme olanağını elde etti. Bu, çalışma ve algılama metotlarının daha da gelişmesine yol açtı. Doğa üzerinde artan kontrol sonucu nesilden nesle aktarılması gereken bilgi hacmi büyüdü. Aynı dönemde, ortak çalışmanın yararlarını gören bireyler birbirlerine yaklaştılar ve öyle bir an geldi ki birbirlerine bir şeyler söylemek zorunda kaldılar. “Söylenmesi” gerekenler, kullanılan aletlerin özellikleri ve ortak çalışmayla nelerin hedeflenebileceği, nelere ulaşılabileceğiydi. Bunların hayvanlarda gördüğümüz haykırış ve jestlerle anlatılamayacağı açık. Gereksinme, organın gelişmesine yol açtı: maymun ağzı “insan ağzı”na dönüştü.
İnsanlık tarihinin başlangıcından bu yanan konuşmanın bireyler arasındaki sosyal iletişimin aracı olarak hizmet verdiği tartışılmaz bir gerçek. Konuşma, bireylerin başkalarından kopuk olarak sadece kendi kullanımları için gelişemeyip, sosyal toplulukça devamlı kullanılan kelimelerin yanı sıra kullanımın nasıl olacağını belirleyen kuralları içeren bir dilin varlığına ihtiyaç duyar. Dilin ise, ortak çalışma süresi içinde ve bunun sonucu ortaya çıktığı açık. İnsanlar ortak yaptıkları her işte dillerini kullanıyorlar. Düşüncelerini, ümitlerini, dünya ve birbirleri hakkındaki fikirlerini, bunları birbirlerine anlatma ve aktarabilme olanağını yaratan ortak bir dilin varlığıyla geliştirebiliyorlar. Ortak dilin yokluğunda fikirlerin oluşması ve aktarılması olanaksız.
 NE YAPMALI?
Dilin gelişmesinde ön koşulun “ortak çalışma” olduğunu açıklamaya çalıştım. Bunun ışığında Türkçe’nin bilim dili olarak da gelişebilmesinin ortak bilimsel çalışmayla gerçekleşebileceğini söyleyebiliriz. Diğer bir deyişle, Türkiye’de bilgi üretilmesi gerekmektedir. Üniversiteler, var olan bilgileri yeni nesillere aktarmanın yanı sıra yeni bilgilerin üretildiği merkezler olmak zorunda. Bu çabalara firmaların da katılması gerekir. Bilimsel çalışmalar sırasında Türkçe düşünülmeli, Türkçe tartışılmalı ve Türkçe yazılmalıdır. Bu görüş, yabancı dil düşmanlığı olarak yorumlanmamalıdır. Günümüzde sınırlı bir şekilde yürütülen araştırma ve bilgi üretme çalışmalarında bilim adamlarımız ve kadınlarımız Türkçe’de karşılığını bulamadıkları kelimeleri,  dilimizde anlatmak yerine, tembellik diye tanımlayabileceğimiz bir davranışla aynen kullanıyorlar; örneğin gradyen, rijid. Gradyen, bir özelliğin uzaklığa bağımlılığı, rijid ise şekil değiştirmeyen demek. Görüldüğü gibi, üzerinde biraz düşününce, Türkçe anlatmak hiç de zor olmayan bir iş. Bunun yanı sıra, yabancı dilde sunulan bilginin (kelimenin) arkasında yatan fikre bakmadan da çeviri yapılıyor. Ortaya ilginç durumlar ortaya çıkıyor: “Sonsuz uzayda para çatlağın burulması” makalesinin yazarı asıl yazıda “penny-shaped” olarak geçen deyimi “para” olarak çevirmiş. (2) Demek istenilen, çatlağın 1-2 cm çapında ince disk şeklinde olduğu. İngilizce “penny-shaped” deyimi bu fikri verdiği halde “para” çeviride ilgisiz kalıyor. “Momentsel impuls yasası” başlığındaki türkçeleştirme %33. (3)
Çeviri, yabancı dildeki kelimeleri Türkçe yazmak olmadığı gibi yerlerine kelime uydurmak da değildir. Bilim adamlarımız ve kadınlarımız kendi dallarındaki çalışmalarının yanı sıra dilbilimci de olmak zorundalar. Ancak bu başarılırsa ve gerçek anlamda bilgi üretilirse Türkçe dil olarak ve bilim dili olarak gelişebilir. Aksi takdirde, yabancı kelimeleri kullanmadan Türkçe konuşup anlaşmamız mümkün olmayacak.
KAYNAKLAR
(1)  M. Cornforth, The Theory of Knowledge, International Publishers, New York (1980)
(2)     Birinci Ulusal Mekanik Kongresi Bildiriler, İTÜ, İstanbul (1980), sayfa 201.
(3)     J. Zierep, Akışkanlar Mekaniği, çev. A. Varol, FÜ Mühendislik Fakültesi Matbaası (1983)

KANUN HAZIRLAMA ve ÇIKARMANIN SAĞLIKLI YOLU

KANUN HAZIRLAMA ve ÇIKARMANIN SAĞLIKLI YOLU

 Ekim 2004
 
Yeni Türk Ceza Kanunu tasarısının son iki maddesi kabul edilmeden komisyona geri çekilmesi ile başlayan tartışma ortamını değerlendirmeye çalışırken yaptığım araştırmaya göre mevcut hukuk fakültelerimizde tasarı/teklif hazırlama ve kanunlaştırmanın adımlarını içeren ve tartışan bir ders yok imiş.
 “Sağlıklı bir şekilde kanun hazırlamanın adımları ne olmalı?” sorusunun cevaplarını aramayı öneriyorum. Bu cevapları, beklenen Avrupa Birliği üyeliğimiz nedeniyle AB normlarına uygun vermeliyiz. AB ülkelerinde kullanılan prensipler ile süreç aşamalarına dayanarak aşağıdaki önerileri yapmak istiyorum.
5 Prensip
Kalite düzeyi yüksek kanun hazırlamak ve çıkarmak için 5 prensibe dikkat edilmesi gerekiyor:
1.       Şeffaflık: Kanun yapma süreci açık, basit ve vatandaş tarafından izlenebilir ve anlaşılır olmalı.
2.       Benimseme: Kanunun gerekli olduğu bakanlar, TBMM, uygulayıcılar, genel kamuoyu tarafından kabul edilmeli.
3.       Hedef odaklı olmak: Çözülmek istenen toplumsal soruna odaklanılmalı, yan etkiler en aza indirgenmeli.
4.       Tutarlılık: Kanun hazırlama ve çıkarma sürecinin adımları tüm kanunlar için aynı ve  bilinir olmalı.
5.       Orantılı olmak: Kanunî düzenlemeyle getirilen çözüm, soruna orantılı olmalı; sadece gerçekten ihtiyaç var ise yeni kanun çıkarılmalı.
Kanun Hazırlama ve Çıkarma Sürecinin Aşamaları
AB bünyesinde kanun hazırlama ve çıkarma süreci 5 aşamadan oluşuyor.
Aşama 1: Ön Hazırlık
1.       Tüm bakanlar ile bakanlıkların hukukçuları başlangıçta sürece dahil edilmeli. Her bakanlıkta “Mevzuat Etkilerini İnceleme Birimi” proje ekibi olarak bulunmalı. Bu ekip TBMM “Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı” ile yakın temas halinde olmalı.
2.        AB Komisyonu ve diğer paydaşlarla düzenli ve yakın temasta bulunulmalı.
3.        Hazırlık çalışması, Bakanlıklar ve AB Genel Sekreterliği ile koordine edilmeli.
4.       Eğer kanun tasarısı şekilleniyorsa, kanunun yürürlüğe girmesinden sonra uygulanmasının etkileri (maliyet ve yararlar) )(Ön Etki Değerlendirme Raporu) üzerinde düşünülmeye başlanmalı. “Kanun çıkarmamanın bu konuda niçin yetersiz kalacağı” belirlenmeli. Etki değerlendirme raporlarının sahibi ve takipçisi konuyla ilgili ana komisyon olmalı.
5.       Kanun taslağının hazırlanması için gerekecek tüm araçlara (eğitim, AB birimlerinden yönlendirme ve destek) sahip olunması sağlanmalı.
 Aşama 2: Tasarının İrdelenmesi
1.        Şekillenmekte olan tasarı metni dikkatle incelenmeli; hukukçular devreye sokulmalı.
2.        Hükümet içi ve dışı danışma süreci başlatılmalı.
3.         “Geçici Etki Değerlendirme Raporu”na göre öncelikler belirlenmeli.
4.        Etkilenecek bireylerin ihtiyaçları belirlenmeli.
5.       Üçüncü sektör kuruluşları ve diğer partiler ile görüşmeler yapılmalı; gerekiyorsa Brüksel’de lobicilik faaliyetleri yapılmalı. 
Aşama 3: Tasarının Kabulünün Pazarlığı
1.       Açık ve gerçekçi öncelikler belirlenmeli. “Kesin Etki Değerlendirme Raporu” içeriği üzerinde tüm paydaşlarla (bakanlıklar, Brüksel, üçüncü sektör kuruluşları) anlaşma sağlanmalı.
2.        Tasarının gerekçesi, danışma süreci sonunda belirlenen kuvvetli argümanları içermeli.
3.       Üzerinde anlaşabilmek amacıyla metinde belirsizlik bulunmasından kesinlikle kaçınılmalı. Metindeki tanımların anlamlarının mümkün olduğunca açık olması sağlanmalı.
4.       Amaçların gerçekleşmesine katkı yapmak üzere AB üyesi ülkelerin yetkilileriyle görüşülmeli.
 Aşama 4: Kanunun Uygulanması
1.        Kanunun “az” veya “çok” uygulanmasından kaçınılmalı.
2.       Bakanlar için uygulamadaki seçenekler ve riskleri hakkında detaylı bir rapor hazırlanmalı.
 Aşama 5: Kanunun Uygulanmasının İzlenmesi
1.       Yeni kanunun uygulanmasının izlenmesi unutulmamalı.
2.       Bakanların, kanunun uygulanmasındaki sapmalar hakkında bilgi sahibi olmaları sağlanmalı.
3.        Basitleştirme veya değiştirmenin gerekip gerekmediği değerlendirmesi yapılmalı. 
Türkiye’de Durum
AB üyeliğine hazırlanan Türkiye’mizde TBMM ve hükümet, kanun yapma ve çıkarma süreci üzerinde mutlaka yeniden düşünmeli. Gazete ve TVlere yansıyan haberler ışığı altında yukarıdaki süreci değerlendirirsek, bir dizi noktada hata ve eksiklik belirleyebiliyoruz. 5 prensibe de uyulmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Yukarıdaki süreç adımlarına daha önce ulaşılmaması, ulaşıldıysa adımlara uyulmaması üzüntü verici. Öğrenen toplum olmamızın yolu, hataya yolaçan süreç adımlarında iyileştirme yapmaktan geçiyor.
 
 
  

15 Ocak 2013 Salı

"Osmanlı" Ne Demek? Yeni Elit (?!)

Walter F. Weiker, "The Ottoman Bureaucracy: Modernization and Reform", Administrative Science Quarterly, vol 13, no 3, 451 - 470, 1968.

The term "Ottoman" when used in this article denotes membership in a small ruling group characterized by Muslim Religion, loyalty to Ottoman dynasty, and "Ottoman culture", a strong sense of belonging to an exclusive upper class (often including the conviction that only they were fit to rule), and sharp social, cultural, and intellectual separation from the rest of the population.

2013 Türkiye'sinde birileri garip hayaller içinde....

17 Kasım 2012 Cumartesi

Book Review - "Where is the money?"

BOOK REVIEW - May 2011


M. Atilla Öner,
A review of "After Shocks - Economic Crisis and Institutional Choice", A. Hemerijck, B. Knapen, E. van Doorne (eds.), Amsterdam University Press, Amsterdam, 2009.

This book was published at a time when the severest economic crisis since the Great Depression was still underway. It has 5 parts, 24 chapters, an introduction and an epilogue; its aim is to explore the institutional impact, dimensions, and consequences of the global economic crisis of 2007. It is the result of a series of interviews held from May to September 2009 with various academics and experts across geographic (i.e., USA and EU), occupational, and disciplinary boundaries.

In the words of its editors, it ...is the result of their intellectual engagement, insightful ideas, comments, and constructive criticism offered thoughout the entire process. They were willing to look beyond their primary interests and sub-disciplines, to reflect on the causes, conditions, and consequences of the crisis, taking a dive into the unknown.

The "Introduction" chapter written by one of the editors is the most useful one from an academic perspective because of the long list of relevant references.

Careful reading of the text reveals components of dominant ideology in the world. The authors seem to criticise capitalism, but actually do support it. None of them asks the question "Where is the money?". Where did all the money go? None of them proposes any significant solution other than irrelevant, ambigious, non-operationalizeable ideas. Some of them go as far as suggesting to reform the academic discipline of economics, although the economics literature is full with papers discussing the dynamics of crises.

All interested parties accept the fact (do not want to question it!) that the financial industry is prone to excesses. The financial industry in USA accounted for 40 % of the country's corporate profits in 2007, up from 10 % in the early 1980s. When someone attempts to interfere with the process, several opinion leaders come to the forefront claiming that the system is hardwired to run into trouble at regular intervals, so don't touch it (e.g., Black Monday, 1987; junk bond crisis, 1989 - 1990; Mexico, 1994-1995; Asia, Russia, the blow-up of Long-Term Capital Management in USA, 1997-1999; the bursting of the leveraged buy-out bubble in the early 1990s, the Nordic banking crisis and the Japanese experience in the same decade; Dotcom, Enron, 2000 - 2001; etc.).

Everybody pays lip service to preventing crises from happening, although, one would guess, they should know that financial companies are particularly susceptible to failures of governance because they are opaque and because their business is to take risks.

Careful reader of the relevant press would notice that the ideas of the authors are ideas widely discussed in the press. Nothing new. But, don't take my word for it. Read it yourself and decide...

7 Kasım 2012 Çarşamba

Üniversite Teknoloji Transfer Ofisleri

TÜBİTAK'ın üniversitelerin teknoloji transfer ofislerine (ÜTTO) 1 milyon TL hibe yardımı yapacağı haberi doğru ise süper bir gelişme.

Bütçesinden kullanmadan her yıl iade ettiği miktarı üniversitelere aktarması cok iyi.

Nasıl uygulanacağını bilmiyorum, ama
1. en az 5 yıl sürmesi gerekiyor.
2. ÜTTO yönetim kurulu kompozisyonu %50 öğretim üyesi, %50 şirket yöneticisi (üniversitelerin mezunları olabilir) olmalı. Disiplinlerarası konumu nedeniyle, bir Rektör Yardımcısı, YK başkanı olmalı.
3. Performans ölçümünde girdi - süreç - çıktı - etki boyutlarında 3er-5er kriterden oluşan bir model kullanılmalı.
4. Para sorgusuz/sualsiz her yılın ilk iş günü üniversitelerin hesabına yatmalı.

Hayırlı, uğurlu olsun...

6 Ekim 2012 Cumartesi

Türkiye'nin Yerel Yönetim Meselesi

Yerel yönetimlerde istihdam edilen kişilerin genel yetenek ve bilgi düzeylerinin diğer sektörlerde çalışanlara göre nasıl olduğunu bilen var mı? Bu konuda bir araştırma yapılıp yapılmadığını bilmiyorum.

Benim tahminim, düşük tutulan emlâk vergileri ve diğer gelir kaynaklarının yetersizliği nedeniyle yerel yönetimlerde istihdam edilenler, başka sektörlerde istihdam şansı bulmayanlar ve düşük gelire razı olanlar...
Bu kişilerin de yerleşim biriminin sorunlarını çözmede yetersiz kalmaları çok doğal.

Ancak, Eskişehir'de Yılmaz Büyükerşen'in başardıkları bu iddiamı çürütüyor olabilir. Eskişehir vakasının arkasında yatanları ciddi bir şekilde araştırıp anlamamız gerekiyor.

10 Eylül 2012 Pazartesi

Ziya Paşa Demiş ki...

Âyinesi iştir kişinin, lâfa bakılmaz.
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.

Ben her ne kadar gördüm ise ba'zı mazarrat,
Sâbit-kademim yine bu re'yin üzerinde.

İnsana sadâkat yaraşır görse de ikrah,
Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allah.


Mevlâna Demiş ki...

Cehalet insanı çirkinleştirir,

Suskunluğum asaletimdendir.

Her lâfa verilecek cevabım vardır.

Lâkin, lâfa bakarım, lâf mı diye,

Adama bakarım, adam mı diye...